Bir insanın çok sevdikleri üzerinde çok hakkı vardır. Evet, henüz gerçek bir ülkücü değilsin. Ruhunun zenginliği, yüreğinin büyüklüğü, ülkü yolunda verdiğin mücadeledeki yiğitliğin sonucu değiştirmez. Gençsin. İnsanoğlu, gençlik çağında, herşeye olduğu gibi, ülkücülüğe de sadece adaydır. Hiç unutma: Bugün, tamamen haklı olarak, ülkücülüğe aykırı davranışlarından ötürü kınadığın ağabeylerin, senin yaşında iken, ülkücülüklerine asla toz kondurtmak istemezlerdi. Ama hayat adını verdiğimiz düşmana yenildiler. Şimdi sapmalarını bağışlatmak için, münasip bir bahane aramanın peşine düşmüşlerdir. Sana, kendi neslimin durumunu anlatayım:
Çoğumuz ülkücülük imtihanını kazanamamış, sınıfta kalmışızdır! Kaydımız silinmiştir! Pek azımızın adaylığı hâlâ devam ediyor: Dikkat etmelisin: Adaylık kelimesini kullandım. Çünkü hiçbirimiz, bütün gayretlerimize rağmen, tam bir ülkücü olamamışızdır. Daha bir kısmımız yarı yolda tükeneceğiz. Gerçek ülkücülüğe ne kadar yaklaşabildiğimizin hesabı son nefeslerimizi verdikten sonra çıkarılacaktır.
Neden böyle oluyor? Sorunun cevabını daha önce de vermiştim: Hayat dediğimiz en büyük düşmana yenilmemiz yüzünden böyle oluyor. Yapımız çıkarlarımızdan vazgeçebilmeye müsait değildir. Hele çağımıza hükmeden maddecilik, belki de hiç kavuşulama-yacak bir sevgili uğruna zahmet çekmemize, acılara katlanmamıza imkân vermiyor. Ancak bir müddet, ö-zellikle hiçbir sorumluluğu yüklenmediğimiz gençlik yıllarında her türlü baskıya dayanabiliyor, biraz yaşlanıp çoluk çocuğa karışınca dökülüyoruz.
Senden istediğim, gerçek bir ülkücü olmağa çalışmanın, aynı zamanda bir ülkü değeri taşıdığını bil-mendir. En büyük düşmanını şimdiden tanımalısın. Hayatın boyunca, ülküne ihanet etmen için sayısız tuzaklar kurulacağını daima hatırında tutmalı, yenik düşmemeğe hazırlanmalısın. Gerçek ülkücülüğü ülkü edinecek, çağımız şartları içinde, adaylığı korumanın bile büyük bir şeref sayılması gerektiğini öğreneceksin. Yenik düşmemenin, ülkü kavgasını bir ömür boyu yürütebilmenin sırrı nedir? Yenilmemenin tek sırrı vardır: Nefsini yenmek! Ama nefsini yenmek, söylendiği kadar kolay bir iş değildir. Nefsini yenebilen bir yiğit, bütün dünyayı yenmiş sayılır. Bu konuyu gelecek sohbetimizde konuşacağız.
Ülkücü Bir Gençle Sohbetler: II MİLLİYETÇİLİK VE ÜLKÜCÜLÜK
KENDİ varlığımıza duyduğumuz sevgi nefsimize karşı vereceğimiz mücadelede de en çetin engel ve ülkücülüğün en kuvvetli düşmanıdır. Doğru, güzel ve haklı fikirlere bağlanmak kolay, ama inandığımız fikirlerin şartlarına uymak çok zordur. İşte bundan ötürü herkes milliyetçi olabilir, fakat ülkücü olamaz. Oysa sen, çok defa, milliyetçilikle ülkücülüğü birbirine karıştırıyor, aralarındaki farkı hesaba katmıyorsun. Yazacaklarımı daha iyi anlayabilmen için önce bu yanlış değerlendirmeyi düzeltmem gerekecek: Tek insandan itibaren gittikçe genişleyen ve insanlık adını verdiğimiz en büyük toplulukla sona eren iç içe daireler düşün. Milletten tek insana doğru gidildikçe dairelerin küçüldüğünü, buna karşılık, milletten insanlığın bütününe doğru gidildikçe dairelerin büyüdüklerini göreceksin. Tek insanla millet arasındaki başlıca daireleri biliyorsun: Aile, akrabalar, hemşehriler, aynı boy (Aşiret) ve aynı bölgenin mensupları. Değişik bir açıdan bakarsan zümre, sınıf ve meslek birliklerini de saydıklarımıza katabilirsin. Milleti aşan dairelere gelince: İktisat, siyaset, medeniyet ve inanç açısından çeşitli tasnifler yapılabilir. İktisat açısından insanları çalışanlar ve çalıştıranlar diye, iki sınıfa ayırabilirsin. Çalışanlardan meydana gelecek bir topluluk, milletten daha geniştir. Hür dünya, Demirperde ve tarafsız ülkeler adını verdiğimiz siyasî birlikler de milleti aşan dairelerdir. Medeniyet bakımından geçmişte yerleşik, göçebe, bugün de Batı - Doğu ve başka isimlerle tanıdığımız yaşama tarzlarına bağlı topluluklar, tek bir milletten daha büyük bir-I liklerdir. Nihayet aynı dine inananların meydana ge-. tirdiği «Ümmet» adını verdiğimiz din birlikleri de milleti aşar. Böyle bir açıdan bakıldığı zaman milliyetçilik, milletin çıkarları ile milleti aşan birliklerin çıkarları çatışınca millet çıkarlarının tercih edilmesi demektir. Tarihî tarafsız bir gözle incelersen, kitaplar ne yazarsa yazsın, bahis konusu tercihin, mutlak • çoğunluk tarafından daima uygulandığını göreceksin. Marksçı - Leninci ideolojinin bütün gayretlerine rağmen hiç bir milletin işçileri, dünya işçilerinin ortak çıkarları uğruna, milletlerine henüz ihanet etmemişlerdir. Siyaset, medeniyet ve inanç birlikleri için de aynı gerçeğin varlığını ispatlayacak yüzlerce misal verilebilir.
Milliyetçilik insanın yapısına ve çıkarlarına uygundur. Kolay bir yol olması, herkesçe benimsenmesinin tabiî sayılması da bu özelliğin yüzündendir. Milleti aşan birliklerin çıkarlarına, milletinin çıkarları ile çeliştiği vakit, hizmet etmek hiç kimseye bir şey kazandırmaz, fakat çok şey kaybettirir. İnsanlıkla millet arasındaki dairelere göre yapılacak bir değerlendirme tek insanın çıkarlarının millet çıkarları ile çelişmediğini ortaya koyacaktır. Milletinin yükselmesi için çalışan bir insan, aynı zamanda kendini de yükseltir.
Milletten daha küçük dairelerin, nihayet insanın çıkarları ile milletin ortak çıkarları çatışınca durum değişiyor. Ülkücülük; milletimizin maddî ve manevî çıkarlarını, milletten daha küçük ve bize daha yakın birliklerin, nihayet nefsimizin çıkarlarına üstün tutabilmektir. Ülkücülük, kendimize, ailemize, şehrimize, bölgemize, sınıfımıza ve mesleğimize fayda sağlasa bile milletimize zarar verecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmaktır. «Milletimizin çıkarlarını, milleti aşan birliklerin çıkarlarına tercih etmek, özümüzün ve yakınlarımızın çıkarları ile çelişmez» demiştim. Ama yakınlarımızın ve nefsimizin çıkarları ile milletimizin çıkarları çok zaman çelişir. Bundan ötü rü, bir insanın milliyetçi olması tabiî bir haldir ve ülkücülükle birleşmediği takdirde, fazla bir değer taşımaz. Fakat ülkücülük devamlı bir fedakârlığı emrettiğinden, pek az insanın ulaşabileceği bir üstünlüktür.
Nefsimizin ve yakınlarımızın çıkarları ile milletimizin çıkarları nasıl ve niçin çelişir? Gelecek sohbetimizde bu konuyu işleyeceğiz?
Ülkücü Bir Gençle Sohbetler; III ÜLKÜCÜLÜÐÜN GÜÇLÜKLERİ
ÖNCEKİ sohbetlerimizde, tam bir ülkücü olabilmeğe çalışmanın güçlüklerini anlatmak istemiştim. İnsanoğlu, zaman içinde gelişen eğitim imkânlarına rağmen, temel yapısı bakımından çok zayıf bir varlıktır. Hayatın vazgeçilemez sandığı nazlarına; diğer bir söyleyişle, «Dünya nimetleri»nin çekiciliğine öylesine kapılmıştır ki, büyük hedeflere yönelmiş bir yolculuğu göze alamaz; yüce bir ülküye bağlanmaktan duyacağı heyecanı yeryüzündeki zevk kaynaklarından alamayacağını bilemez; yüreğinin nasıl temizleneceğinden, ölüm korkusunu nasıl bir kolaylıkla yeneceğinden haberi yoktur. Ülkücülüğe varmanın yalnız bir irade konusu değil, aynı zamanda bir nasip işi sayılması gerektiğini hiç unutmamalısın ama, son nefesini verinceye kadar da, seçkinlerden biri olduğun düşüncesinden hiç ayrılmamalısın Bütün insanlar gibi senin hayatında da yıldızının parladığı saat çalacaktır. Ömrün boyunca uyanık kalmalı, fırsatı kaçırmamağa bakmalısın.
Ulaşacağımız beden bazlarından her birinin tarifsiz bir yorgunlukla sona ereceğini, en uzun süren ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünenlerin bile, ölümlü dünyadaki misafirliğinle birlikte biteceğini öğrenecek, öz varlığını aşan üstün bir gaye için mücadele edeceksin. Belki yanlış anlaşılacak, belki de budala yerine konacaksın. Yine de, kalabalığın hükümlerine aldırmayacak, ruhunun zenginliğinden fakirlerin payını ayıracak, yiğitliğine yaraşır bir cömertlikle nasipsizlere acıyacaksın. Kısa bir deyişle, sevgili dostum, katlandığın fedakârlıkların bedelini hiç kimseye ödet meyeceksin. Verenlerden kaçacak, almağa muhtaç düşenleri arayacaksın.
Dünya nimetlerinin sunacağı biri diğerinden değişik ve sarhoş edici bazlardan uzaklaşmanın geçici acılarını elbette inkâr edemem. Ama sen de, eğer nasibinde varsa ve geçireceğin çetin denemeyi başarı ile sonuçlandırırsan, «Ayrılık derdine doyamamanın» mânasını anlayacak, bir başka âlemin sırlarına açılan kapıdan girmene izin verilince, sahici mutluluğa ereceksin. İşte o vakit, sokakları temizleyen bir çöpçü bile olsan, ülküsüz kalabalıklardan ayrı ve daha üstün olduğunu görecek, alçak gönüllü davranmağa alıştığından, hiç şüphesiz gururlanmayacaksın. İnsan ya pısındaki bütün kusurlardan arınmanın imkânsızlığını, hiç hatâ yapmamanın yalnız meleklere tanınmış bir imtiyaz olduğunu aklından çıkarmayacaksın. Ülkü yolunda harcadığın emeklerin, yüksünmeden çekeceğin zahmetlerin yanlışlarının azalmasına yaradığını görecek, dünyaya gelişinin asıl mânâsım kesinlikle an-layamasan bile, mutlaka sezeceksin.
Bana göre, yeryüzünün tanıdığı en büyük şâirlerden bîri olduğuna hiç şüphe etmediğim Karacaoğlan'ı mız; hani nerede ve ne zaman doğduğu iyice bilinmeyen, hayatını hâlâ öğrenemedîğimiz, «Okuyup yazması yoktu!» denerek küçümsenmek istenen, Âşık Ömer gibilerinin hor baktığı, emsalsiz usta var ya, işte O, bir şiirinin ilk dörtlüğünde şöyle diyor: «Nedendir; de kömür gözlüm nedendir, Şu benim geceler uyumadığım, Çetin derler ayrılığın derdini, Ayrılık derdine duyamadığım!» Ayrılık derdine doyama manın zevkine varamıyorsan, sakın gücenme, ülkü cülük merdiveninin daha ilk basamağındasın. Okuduğunu bir söz oyunundan ibaret sanıyorsan, senin adına çok üzüleceğim. Karacaoğlan'm şiiri belki yaşayan bir «Kömür Gözlü» için yazılmıştır; belki de herkesin açıklayamayacağı bir sırrın anahtarıdır, yüce | bir varlığa sesleniştir. Öyle veya böyle, sonuç değişmez. Ayrılık derdinin doyulmaz tadını yüreğinde ta-fcşıyacak, yaşadığın müddetçe, hiç ara vermeden, pepsinde koşacaksın.
Ülkü adını verdiğimiz sevgili, dünya güzellerinin içbirine benzemez. Kavuşmayı hep özleyeceksin. Sen yaklaştıkça o uzaklaşacaktır. Yine de, yalnız O'na ijloğru yürüyeceksin. Belki hiç varamayacaksın ama, avuşmak için çalışacaksın, yorulacaksın, dövüşecek-ı, hattâ öleceksin.
Karıncanın hikâyesini dinledin mi, okudun mu? 2aman bir dağı, minicik toprak kırıntılarını taşıya-[k, ortadan kaldırmağa çalışırmış! Yolcunun biri, anlıkla sormuş: «Karınca kardeş, ne yapıyorsun?» eki, işini bırakntadan cevap vermiş: «Şu dağın arıda bir sevgilim var. Kavuşmamız için aramızdaki ilgeli yıkmam gerekiyor da!» Yolcu: «Sen aklını mı Içırdın?» demiş. «Yüce bir dağı nasıl kaldırırsın, Ucun ne, ömrün ne? Vazgeç bu işten!» Karıncanın Svabını hiç unutma, duymamış ülkücü arkadaşların , anlat: «Ey insanoğlu, belki de haklısın. Dağı ovaya indiremem, sevgilimi göremem belki, ama yolunda ölmesini bilirim ya, ?en ona bak!...»
Ülkücü Bir Gençle Sohbetler: IV ATALARIMIZIN ÜLKÜCÜLÜÐÜ
ÜLKÜCÜLER, bilinen tarihin, hiçbir döneminde, sayıca çok olmamışlardır. İnsanoğlunun zayıflığı böyle bir sonuca imkân vermemiştir. Yine de bir cemiyetteki ülkücü sayısının milletlere ve zamana göre değiştiği gerçeğini inkâr edemeyiz. Bazı milletler, tarihleri boyunca ülkücü çıkarmamış ve belli bir ülküye bağlanmanın yüceliğini yaşayamamışlardır. Diğer taraftan bazı milletler de, sık sık büyük ülkücüler yetiştirmiş; yeryüzünün çehresine yenilik getirmişlerdir. Türk Milleti, örnek ülkücüler yetiştiren ve tarihinin büyük bir bölümünde ülkücülüğe bağlanan bir millettir.
Milletimiz, birkaç yüz yıl öncesine kadar «Cihan hâkimiyeti ülküsüne» inanmıştı. Cihan hakimiyeti ülküsünün ilk belirtilerini en eski destanlarımızda bile görmekteyiz. Oğuzname, bu destanların en önemlisi-dir. Destana göre, ilk cihan hâkimiyeti Oğuz Kağan tarafından kurulmuştur. Cihan hakimiyetini hedef alan Oğuz Kağan: İlâhî bir kaynaktan gelmiş, olağanüstü vasıflara sahip olarak doğmuştu. Çin, Hindistan, tiran, Azerbaycan, Irak, Suriye, Mısır, Rum, Rus ve Frenk ülkelerini feşetmişti. Ancak Oğuz Kağan'ın | yaptıkları kendine şöhret ve çıkar sağlamak için de-|,ğil, belki bir vazifeyi yerine getirmek, cihan hâkimi-İ;yeti ülküsünü gerçekleştirmek içindir. Nitekim yer-I yüzünün dört bir tarafındaki bütün milletlere elçiler f göndermiş, «Ben artık dünyanın kağanıyım» diyerek, 1 hepsini itaate çağırmıştır. Böyle davranmasının sebebi vardı: Kağan'ın çok akıllı ve keramet sahibi veziri Uluğ - Türk, cihan hâkimiyerinin ulu Tanrı tarafından İ Oğuz Han'a verileceğini müjdelemiş; «Ey kağanım, İ,Gök Tanrı, bütün dünyayı sana bağışlasın» demiştir. h Oğuz Kağan, hâkimiyetini kabul etmeyen milletler düzerine seferler açtı, dünyayı feşetti. Bugün, bir ta-cahillerin, aptalların ve millet düşmanlarının kökçe saldırdıkları BOZKURT'un da Oğuz Kağan des-ıında yüce bir yeri olduğunu bilmelisin. Gökten len bir Bozkurt; «Ey Oğuz, sen urum (Rum) üzerine [itmek istiyorsun; ben senin önünde yürüyeceğim» Şer. Oğuz, kurdu takiple sefere çıkar; Urum ve Urus (Rus) hükümdarlarını yener, Çin, Hind, Suriye ve Mı-ülkelerini feşeder. «Ben sizlere oldum kağan idim yay ile kalkan Nişan olsun bize beyan Bozkurt olsun bize uran.»
Prof. Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mef-|küresi Tarihi adındaki eserinde şöyle yazıyor: «Selçuklularla birlikte yakın şarka ve Anadolu'ya gelen |. Oğuzlar, destanla birlikte Bozkurt hikâyelerini de getirmişlerdir. Nitekim XII. asır Süryani tarihçisi Mi-hael'e göre: «Yeryüzü Türkleri taşımağa kâfi gelmiyordu. Garb'a doğru ilerlersen önlerinde köpeğe benzer bir hayvan - Kurt - bulunuyor ve onlar da ona ye-tişemiyorlardı. Bozkurt hareKet etmek istediği zaman «Göç» yani «Kalkınız» diye bağırıyor, Türkler de dur-