NİHAL ATSIZ

2009-04-08

Bu davranışın onun ya da ailesinin başına açacağı dertleri de umursamaz. Çünkü o haklı ve kutlu bir mücadeleye girişmiştir, Türkçülük inancı uğruna savaşmaktadır ve bu inancın temel ilkelerinden birisi, düşmana saldırıp, bir daha geri dönmemektir. Atsız bu görüşünü, henüz genç bir asistanken yazdığı “Kahramanlık” (1932) başlıklı şiirinde şöyle ifade eder:

Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir,

Ne de güneşler gibi parlayıp sönmemektir.

Bunun için ölüme bir atılış gerektir.

Atıldıktan sonra da bir daha dönmemektir..

“Türklerin Türküsü” başlıklı şiirinde de Atsız’ın aynı görüşünü ifade ettiği görülmektedir: O, Türkçülük yolunda, gerektiğinde ölümü göze almış inançlı bir savaşçıdır:

Dilek yolunda ölmek Türklere olmaz tasa,

Türk’e boyun eğdirir töreyle yasa;

Yedi ordu birleşip karşımızda parlasa

Onu kanla söndürüp parçalarız, yeneriz.

.................................

Delinse yer, çökse gök, yansa, kül olsa dört yan,

Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan.

Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan,

Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz.



.Atsız’a göre, tarihte 16 devlet kurduğumuz görüşü, saçma ve Türk milletini küçültücü bir iddiadan ibarettir. Çünkü bu kadar devlet kurmak, tek bir devleti yaşatmayı başaramamak anlamına gelir ki, bu da Türk milletinin tarih içindeki beceriksizliğini gösterir. Gerçekte Türkler, biri ana vatan Orta Asya’da, biri de onun batısında (Ön Asya’da) bir olmak üzere iki devlet kurmuştur; ancak bu devletler değişik dönemlerde farklı hanedanlar ve rejimlerle yönetilmiştir

Atsız’ın tarihçiliğe bakış açısı da Türkçülük inancı ile yakından ilgilidir. O, tarihle uğraşanların, daima millî fayda ilkesini göz önünde tutması gerektiğini düşünür. Böylece tarihçilere ve tarihçiliğe de bir misyon yüklemiş olur: “Tarih, millî terbiye vasıtasıdır ve her millet, kendisine göre, uygun bir tarih tarzı bulmalıdır.Türk milleti için bu tarz, en başta askerî hâdiseleri, büyük meydan savaşlarını ve kahramanların hayatlarını anlatmak şeklinde olmalıdıAtsız, Türkçülük ile Turancılık ve vatan kavramları arasında da doğrudan bir ilişki kurar. “Türkçülük ve Siyaset” başlıklı makalesinde bu ilişkiyi şöyle açıklar:

“Türkçülük bir ülkü, siyaset ise iktidara geçme taktiğidir. Bu sebeple, bir ana inanç ve ana düşünce olan ülkü (Türkçülük), asla değişmediği hâlde, siyaset yanî taktik her zaman değişir (...) Türkçülük bugün siyasî değildir. Fakat bir gün siyasî bir kuruluş durumuna gelirse, bütün Türkleri kurtarıp birleştirecek bir program ile ortaya çıkacaktır (....) Çünkü Türk milleti bir bütün olduğu için Türkçülük, ancak ve yalnız, bütün Türkleri içine alan bir milliyetçilik davasını ülkü edinir.

Türk ırkının geleneğinde “askerlik” özelliği bulunduğunu yazılarında sıkça ifade eden Atsız, modern Türk toplumunun sosyal hayatında “disiplinlilik” ilkesine önem verilmesini ister. Onun sözcüsü olduğu Türkçülük inancı, “disiplinli millet”ten yanadır. “Disiplinli millet (ise) fertlerin devlete, devletin de fertlere zarar vermeyeceği karşılıklı hak ve vazifeler sistemini kabul etmiş millet demektir. Sosyal düzenin işleyişinde disiplinli olmayı öneren Atsız Türkçülüğüne göre, böyle bir düzende baskı ve zorbalığın ya da hürriyet sarhoşluğunun yeri olmayacak; milletin ahlâk, gelenek, şeref ve arzularına aykırı hiçbir şey yapılamayacaktır. Çünkü, “Disiplinli millet; hayat telâkkîsi, mukaddesatı, zevki, bayramı, kederi ve hatta kılığı ve takvimi belli millet demektir

Atsız, “disiplinli millet” anlayışına, birçok makalesinin yanı sıra, edebiyat incelemelerinde ve edebî eserlerinde de temas etmiştir.

Sosyal düzenin işleyişinde “disiplin” ve “itaat” kavramlarına vurgu yapan; Türk milletini “asker millet” sıfatıyla niteleyen Atsız, bu düşünüşünün tabii sonucu olarak “militarist demokrasi” anlayışına ulaşır. Aslında o, seçkin Türk ve Türkçü soyluların yönetimde olacağı bir sistemin özlemi içindedir. Çünkü bir çoğunluk rejimi olarak tanımlanan demokrasinin, aşırı hak ve hürriyetler sağlayan bir demokratik yapının, “Türklük düşmanı azınlık mensupları”nın yönetime gelmesine imkân vereceğine, Türk devletinin ve milletinin parçalanmasına yol açacağına inanır. Ayrıca demokratik ortamda, “ayak takımının” iktidara gelme; ya da zararlı fikirlerin yeşerme riski bulunduğunu da belirtir. Bu yüzden, ille de demokrasi olacaksa; en azından kanun hâkimiyetinin en katı şekilde uygulanacağı bir demokratik yapının oluşturulmasını ister. Zaten ona göre kanunların yapılış ve var oluş sebebi de, hürriyetleri sınırlamak, “insanları hayvanlıktan kurtarmak”tır

Atsız’a göre bir milletin gelişmişlik ölçülerinden birisi de sağlam bir hukuk sistemine sahip olmasıdır. Devlet, “kanuna saygıyı inanç hâline getirmek için, her türlü tedbirin alınmasıyla” yükümlüdür. Atsız, kanunların tercüme yoluyla değil, millî örfe ve çağdaş hukuk prensiplerine dayalı olarak hazırlanmasından yanadır: “Kanunlar, devleti, milleti, millî kültürü, ahlâkı, düzeni, aileyi, fertleri, şerefi ve hakları koruyacak nitelikte olmalı; adalet ölçüsü en kesin terazi ile sağlanmalıdır.

Gençliğin yetişmesinde model şahsiyetlerin çok önemli bir rolü olduğunu düşünen Atsız, bu sebeple, öğretmenlere büyük sorumluluk düştüğüne inanır. Disiplinli, ahlâklı öğretmenlerin rehberliğinde ideal gençliğin yetiştirilebileceğini belirterek, bu mesleğe gireceklerin seçiminde son derece duyarlı davranılması gereğine işaret eder:

Atsız, eğitim kurumuna ve öğretmenlik mesleğine de Türkçülük açısından bakar ve birtakım sorumluluklar yükler. Ona göre, ülkenin geleceğinde “soysuz aydınlar” görülmek istenmiyorsa, bugünden gerekli tedbir alınmalı ve okullarda Türkçü öğretmenlerle millî bir eğitim programı uygulanmalıdır. Bu amaçla, “milliyetçiliği aşılama, millî rûhu yükseltme” işlevleri bulunan edebiyat, tarih ve felsefe gibi derslerin içerikleri, “millî şuur açısından” yeniden düzenlenmeli; öğretmenliği sadece geçim kaynağı olarak gören, işe yaramaz insanlar, Millî Eğitim teşkilâtından tasfiye edilmelidir.

“Millî Eğitim” başlıklı makalesinde ilköğretimden yüksek öğretime kadar eğitim sisteminde gördüğü aksaklıkları oldukça objektif bir bakış açısıyla sıralayan ve bunların çözümü için önerilerde bulunan Atsız, makalesinin sonunda, görüşlerini şöyle özetler:

“Böyle yapılmaz da her nahiyede lise, her şehirde fakülte açmak yoluna gidilir, bütün lise mezunlarını üniversiteye alacağız diye bula bula mektupla öğretim yapmaya kalkışılır, bir köyün iki üç yüz çocuğunu tek öğretmenle idare etmeye bakılırsa, sonuç berbat olur.

Bugün Türkiye nüfûsunun % 70’i okuyor, ama buna okuma denemez. Yazı işaretleri şöyle dursun, yanlışsız satır yazamayan insanlar, büyük harfin nerde kullanılacağını bilmeyen üniversiteliler varken Millî Eğitim başarı sağlayamamış demektir.

“vitamini” azalmış, demektir. Böyle bir durumda ise zaafiyet, çöküntü ve hastalıkların başlaması kaçınılmazdır. Türkiye’de müşiş bir kültür bunalımının yaşanmakta olduğunu belirten Atsız, devletin duruma müdahale etmemesi hâlinde, ülkede manevî bir kargaşanın doğacağını ve bir müddet sonra millî varlığımızın ortadan kalkacağını iddia eder

Millî kültür değerleri, kültürel yozlaşma ve kültüre yönelen tehditler gibi konular üzerinde Atsız, çok sayıda yazı yazmıştır. Bunlardan, “Millî Kültürü Koruma Kanunu” başlıklı makalesi, özellikle dikkat çekicidir. Çünkü bu makalesinde, başlığın da işaret ettiği gibi, Türk millî kültürünün bir çıkmaz içinde olduğunu izaha çalışır ve bu durumdan, ancak kanunî bir düzenleme ile çıkılabileceğini belirterek, bir kanun taslağı önerir. Özellikle dil, alfabe, kişi, yer ve meslek adları; yabancı dillerden Türkçeye giren sözcükler; dilbilgisi ve tarih öğretiminin amaçları ile ilgili devletin üstlenmesi gereken görevler konusunda görüşlerini açıkladığı bu yazısında Atsız, Türkçenin korunmasını temel hareket noktası olarak seçmiştir(

Atsız, millî kültür kavramı içerisinde kabul ettiği Türk musikîsine ve mimarîsine; komutan, yönetici ve kültür adamı olarak başarılı olmuş tarihî şahsiyetlere ve bunlardan miras kalan eserlere; millî sembollere de sahip çıkılmasını ister. Bu tür kültür değerlerinin canlılığını koruması sayesinde, millî benliğin muhafazasının mümkün olabileceğine inanır.



Atsız’ın Türkçülük anlayışı, onun din konusundaki görüşlerini de etkilemiştir. O, Tanrı inancı ve dolayısıyla dinin, fert ve milletler için vazgeçilemez bir dayanak olduğunu düşünür. Bu düşünceye bağlı olarak da “Türk dünyasının dayandığı iki esaslı temelden birisini teşkil eden İslâm dininin, millî varlığımızın ayrılmaz bir parçası olduğuna...” inanır

Atsız, gelecekte kurulacağını hayal ettiği siyasî bir Türk birliği oluşumunda farklı dinlere inanan bu Türklerin de tabiî şekilde İslâm’ı benimseyeceklerini düşünür. Başka bir ifadeyle din ayrılıklarının Türk birliği idealine ulaşma yolunda bir engel oluşturmayacağına inanır. Öte yandan, Müslüman Türkler arasındaki mezhep ihtilaflarının (Sünnî-Şiî) da tarihte kaldığını ve günümüz Türk toplumunda söz konusu ihtilaflara yer olmadığını belirtir:Atsız’a göre “...... sosyal bir müessese olan din, hayatla birlikte yürür. Onu donduran, hayatın icaplarına uydurmayarak toplumu geri bırakan yobazlardırTarihte ilim ve akla önem veren mezhep (örneğin Mutezile) ve fırkalar da çıkmış; ancak yaşama imkânı verilmediği için bunlar yok olup gitmiştir. Öte taraftan da Sünnîlik ve Şiilik mücadeleleri içerisinde Türk milletinin enerjisi hebâ olmuştur.

Dinin ayrıntıları üzerinde yüzlerce yıldan beri yapılan tartışmalara rağmen, Müslümanlar fikir ve kanaat birliğine varamamıştır. Atsız, bu durumda tutulacak yolu, açıkça ortaya koyar:“O hâlde bunun tek çaresi, dini şahısların vicdanına bırakarak teferruatla uğraşmamak, birbirinin inanç ve tefsirine, anlayışına karışmamaktır.

Atsız, sosyal ve siyasî gelişmelerin sağlanabilmesinde ahlâkın önemli bir işlevi olduğuna inanır. “İlericiler” başlıklı makalesinde, “yüksek bir ahlâk seviyesi”ne ulaşmayı, sağlıklı bir “aile düzeni” oluşturmayı, “fertler arasında sevgi ve saygı yaratmayı”, “her türlü ahlâksız ve anormal fert ve akımları tasfiye etmeyi”, “hak ve ahlâk düşüncelerini kafalara sokmayı”, ilerlemenin şartları arasında sayar.

Atsız’a göre ahlâklı toplum, disiplinli toplumdur. Toplumda ahlâk ve disiplinin korunması için herkes üzerine düşeni yapmakla yükümlüdür. Bu konuda devlet başta olmak üzere, eğitim kurumları, medya ve ebeveynler ciddî bir sorumluluk içinde hareket etmelidir. Ancak demokratik düzenin sağladığı hak ve hürriyetler “istismar edilerek” toplumun ahlakî yapısına zarar verildiği de bir gerçektir. Bu yüzden, ülkede sosyal bunalımlar yaşanmaktadır. Bunda en büyük sorumluluk da medyaya aittir.Atsız, dil konusunda da Türkçü bir tavır sergiler. Ona göre dil, millî birliğin temel şartlarından biridir. Edebî yazı dili sayesinde bir milletin aydınları, okumuşları kelimeleri aynı şekilde okuyup söyleyerek bir tek ortak dilin var olmasını sağlarlar. Ortak bir edebî dilin var oluşu, aynı zamanda, bir medenîlik ölçüsüdür. Bir milletin varlığının devamını sağlayan dilin korunması konusunda oldukça duyarlı davranılması gerektiğine inanan Atsız, aksi takdirde milletin hayatiyetinin ortadan kalkacağını belirtir:

“Unutmamalı ki bir millet, ordusunu kaybederse büyük bir tehlikede, devletini kaybederse korkunç bir felâkette, fakat dilini kaybederse ölümün kucağındadır