Ziya Gökalp konferansı

2018-11-06

Gökalp ve Cumhuriyet

 

 

Türk Ocakları Ankara Şubesi’nden “Ziya Gökalp ve Cumhuriyet” Konulu Konferans

Gazi Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi Dr. Ferhat Tamir, Ziya Gökalp'in Türk milletinin 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılın başlarında yetiştirdiği en büyük fikir adamı olduğunu belirterek, "Bugün de onun çapında bir fikir adamı yetişmiş değildir." dedi.

Türk Ocağı Ankara Şubesi'nin geleneksel olarak her hafta Cumartesi günleri yapılan konferanslarının konuğu bu hafta Emekli Öğretim Üyesi Dr. Ferhat Tamir oldu.

Bu haftaki konferansın konusu olan "Ziya Gökalp ve Cumhuriyet"le ilgili konuşan Tamir, 25 Ekim'in Ziya Gökalp'in ölüm yıldönümü olduğunu hatırlatarak, 27 Ekim 2018 Cumartesi günü yaptığı bu konuşmanın da ölüm yıldönümüne uygun düştüğünü ifade etti.

Tamir, konuşmasında önce Ziya Gökalp'in hayatı ve kişiliği hakkında bilgi verdi, sonra da Cumhuriyetle ilgili konularda onun düşüncelerini ve tavsiyelerini dile getirdi.

Mustafa Kemal Atatürk'ün "Beni görmek demek behemahal yüzümü görmek değildir. Benim fikir ve düşüncelerimi duyarsanız o size yeter." sözünü hatırlatan Tamir, şöyle devam etti:

"Atatürk, kendisini göremeyenlere yönelik böyle bir beyanname yayımlamıştır. Ben de konuşmam esnasında sık sık Ziya Gökalp'in kendi sözlerine ve kendi düşüncelerine başvuracağım. Ziya Gökalp Türk milletinin 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılın başlarında yetiştirdiği en büyük fikir adamıdır. Bugün de onun çapında bir fikir adamı yetişmiş değildir. Ziya Gökalp, Diyarbakırlıdır. Doğum tarihi 23 Mart 1876'dır. Diyarbakır'ın bir mahallesinde dünyaya gelmiş ve yakın zamanda doğduğu ev müze haline getirilmiştir. Ancak üç sene önce Güneydoğu'daki hendek çatışmaları çıkmadan önce yakıldı. Ziya Gökalp'in Sur içinde bulunan ve müze olan evi, hendek mücadelesinden önce yakıldı. Şu anda o müzedeki bütün Gökalp'e ait olan tüm eşyalar yok edildi, kurtarılamadı. Yakılmadan önce o müzenin zenginleşmesi için resmî ve gayri resmî özel ellerde bulunan her türlü eşya oraya götürülmek istenmiştir."

Dr. Ferhat Tamir, Ziya Gökalp'in Diyarbakırlı önemli bir ailenin çocuğu olduğunu hatırlatarak, şunları söyledi:

"Babası Mehmet Tevfik Efendi 'Müftüzâdeler' diye anılan bir sülaleden geliyor. Babası da tahsilli. Diyarbakır'da o dönemin önde gelen ailelerinden. Amcası da tahsilli. Hatta Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilen ve medreselerde ders veren bir hoca durumunda. Ziya Gökalp, geleceği olan ve geçmişinde bilim adamı, hukuk adamı, müftü bulunan bir ailenin çocuğu. İlk tahsilini Diyarbakır'da iptidai bir mektepte yaptı. Önce Askerî Rüştiye'de, yani askerî ortaokulda sonra da mülkî idadî yani sivil lisede okumuş. Daha sonra İstanbul'a gitmek istemiş ise de önce gidememiş ama sonra çok zor şartlar içinde gitmiş. O dönem Abdülhamit dönemi. Parasız yatılı bir ortaokul olan ve Mehmet Akif'in de mezun olduğu Halkalı Baytar Mektebi'nde şimdiki adıyla Veteriner Fakültesi'nde okurken ikinci sınıfta Meşrutiyetçilere katılmış. Bu sebeple tutuklanıp hapse atılmış. Ardından da okuldaki kaydı silinmiş. Bunun üzerine Diyarbakır'a tekrar geri dönmüş. Diyarbakır'a döndükten sonra amcasının Vecihe isimli kızı ile evlenmiş. Vecihe Hanım'la evlenmesini amcası tavsiye etmiş. O zaman babası da vefat etmişti."

ZİYA GÖKALP KENDİ KENDİSİNİ YETİŞTİRMİŞ

Dr. Tamir, Ziya Gökalp'in çok düzenli bir tahsil görmediğini ifade ederek, "Üniversite tahsili de yarım kalmıştır ve kendi kendini yetiştirmiştir. Bir taraftan Arapça ve Farsça öğrenmiş, Doğu klasiklerini okur ve anlar hâle gelmiş. Sonra okullarda okurken Fransızca'yı öğrenerek Fransız bütün fikir ve düşünce adamlarının kitaplarını okumuş. Sonuçta hem Doğu'yu hem de Batı'yı çok iyi bilen bir alim olmuş. Serbest okuma yapmış, anlamak, bilmek ve öğrenmek için okumuş." diye konuştu.

Eğitimin asıl gayesinin de bu olduğunu kaydeden Tamir, Ziya Gökalp'le ilgili daha sonra şunları anlattı:

 

"Eğitimin asıl gayesi gençleri kendi karar verip kendi seçip istediği kitapları okur hâle getirmektir. Ziya Gökalp'in nasıl yetiştiğini kendi yazdığı yazılardan okuyarak anlatmak istiyorum. Ziya Gökalp'in güçlü şahsiyeti ve ahlaki bakımdan yakınları tarafından şu tür sözlerle anlatılır:

"Ziya Gökalp bir dava adamıydı. O sevdiği şeylere gönülden ve ruhen bağlanırdı. O daima düşünce ve tefekkür halinde yaşardı. Alelade konular üzerinde konuşmasını bilmezdi. O her yerde ve her zaman üniversitede ders veriyormuş gibi ilimden, felsefeden, insandan ve edebiyattan bahsederdi. Onda Sokrat gibi zaman ve mekân tanımayan bir öğretme ihtirası vardı. O inandığı fikirleri yazıları ve konuşmaları ile etrafına yayardı. Onun yazısını okuyanlar ve onun konuşmalarını dinleyenler ondan çok etkilenirdi. Onda çekici bir kuvvet vardı. Bu idealist adam bir mürşitti. Kalplere ve beyinlere nüfuz etmesini çok iyi bilirdi. Samimiyeti düşünceleri ve fikirlerinin yayılmasında çok etkili olmuştur. Memleketin kalkınması için ortaya attığı fikirler derhal yayılırdı. Türklüğün psikolojisine, tarihine, sosyal hayatına uyan fikirleri bütün okuyanları nüfuzu altına alırdı. Ziya Gökalp'in fikirlerinin yayılmasının sebeplerinin başında onun ahlaki hayatı büyük rol oynamıştır. Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak. Bu üç şey onu fikrî yapısını oluşturur. Muassırlaşmak, modernleşmek ve Batılılaşmaktır. Ancak, muassırlaşmak Avrupalılar gibi giyinip yaşam bakımından onlara benzemek değildir. Ziya Gökalp'e göre, muassırlaşmak Avrupalılar gibi ilimde ve fende ilerlemek demektir. Ziya Gökalp'e göre bunların arasında bir zıtlaşma ve birbirini engelleme yoktur. Bunların dışında biz kalkınamayız da, gelişemeyiz de. 'İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim.' diyor. 1923 yılında Türkçülüğün Esasları kitabında bunu belirtiyor. 1913'te de 'Türkleşmek, İslamlaşmak, Muassırlaşmak.' diyor. Bunlar aynı şeydir."

Dr. Ferhat Tamir, Ziya Gökalp'in laiklik meselesini ele aldığını hatırlatarak, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Laiklik kelimesi Latince bir kelimedir. Onun için laiklik kelimesini kullanmıyor. Din dışı anlamına gelen 'La dinî' kelimesini kullanıyor sürekli olarak. Ona göre bazı konular din dışıdır. Devletin rejimi ve hukuk din dışı konulardır. Devlet ve hukuk, kendi idaresindeki tüm insanlara karşı la dini olmalı, yani din dışı olmalı ve öyle düşünmeli. O insan ne olursa olsun. Ama biz laikliği Cumhuriyet'in ilk yılları da dahil olmak üzere din düşmanlığı olarak algıladık. İslamiyet'in aleyhineymiş gibi algıladık, onun için de çok büyük tepkiler aldı." dedi.