Doç. Dr. Erkin EKREM’in konuk olduğu 13 Mayıs 2017 Cumartesi günü "Tarihî Çin Kaynaklarına Göre Türklerin Kökeni” ele alındı.
Türk Ocakları Ankara Şubesi Başkanı Türkan Hacaloğlu, konferans öncesinde yaptığı kısa konuşmada, Doç. Dr. Erkin Ekrem'in dünya Uygur Türkleri’nin beyin takımının en önemli üyelerinden biri Türkistan ve Çin konusunda gerek Türkiye gerekse dünya çapında uzman akademisyenlerden biri olduğunu belirterek, "Davetimizi kabul edip buraya kadar geldikleri için de kendilerine çok teşekkür ediyorum.”dedi.
Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü'nde Öğretim Üyesi olarak görev yapan Doç.Dr. Erkin EKREM, konuşmasına kendisini de bir Türk Ocaklı olduğunu,25 yıl önce Türk Ocakları Ankara Şubesi'nde konferanslar izlediğini hatırlatarak başladı. Konuşması büyük bir ilgi ve dikkatle dinlenen Ekrem, Türklerin kökenini tarihî Çin kaynaklarından örnekler vererek görseller yardımıyla anlattığı konuşması özetle:
"TÜRKLERİN KÖKENİ İLE İLGİLİ BİLGİLERİN % 90'I ÇİN KAYNAKLARINA DAYANIYOR"
"Bizde belgeler az olduğu için kendi tarihimizle ilgili olarak Çin kaynaklarına ihtiyaç duymaktayız. Bu konudaki bilgilerimizin % 90'ını Çin kaynaklarına dayandırıyoruz." ifadesine yer veren Ekrem, şöyle devam etti:
"Bu sebeple üçüncü şahsın gözü ve zihniyetiyle bakılarak yazıldığı için bazı hususlara dikkat etmek lazım. Çünkü başka bir bakışla yazılmıştır. Çin kaynaklarında da bize açık seçik olarak 'Türk kökeni şuradan gelme, buradan gelme' diye bir ifade yoktur. En çok ticari ilişkiler ile diğer ekonomi veya kültürel ilişkiler hakkında belge ve bilgiler var ama pek de zengin bilgi yoktur. Türk kavramı, daha çok Avrupa menşeili olan bir kavramdı. Yani tarihî bir Türk kavramı ile modern çağın Türk kavramı iki çeşitti. 'Türk' demek için Kâşgarlı Mahmut'un eserinden gitmemiz lazım. Kaşgarlı Mahmut, yazdığı kitabın adı da zaten Divânü Lugati't-Türk. Halbu ki devletin adı Hakaniye'dir. Fakat Türk demiş. Türk demesinin sebebi de, Türkler Nuh'un torunudur. İslamiyet'e geçiş dönemlerinde atalarını değiştirmiş. Direkt İslam kaynaklarındaki rivayetlere bağlamaya çalıştığını görüyoruz. Türk adını da Allah'ın verdiğini söyler. Aynı zamanda Türkler Allah'ın ordusu olduğu için Allah her yerde Türkleri değerlendirebiliyor. Yani nerede bir sorun varsa Türkleri oraya göndereceğini de ifade ediyor."
Türk'ün manası konusunda Yusuf Has Hacib'in kitabında "güçlü ve kuvvetli" şeklinde ifadenin yer aldığını hatırlatan Doç. Dr. Erkin Ekrem, "Ama Türk'ün gerçekte manasının ne olduğu konusunda hâlâ tartışmalı yazılar, kitaplar vs.ler bulunmakta. Burada isimden daha çok sıfata benziyor. Yani güçlü, kuvvetli ve olgun gibi şeyler. Onun için bunun menşeini, etimolojisini henüz bulmuş değiliz." dedi.
Ekrem, konuşmasında şunları kaydetti:
"Kâşgarlı Mahmut’un Divânü Lugati't-Türk’teki Tanımı: Türk, Nuh’un torununun adıdır.
Bir topluluğun adı olarak Türk adını Allah vermiştir. Türkler, Allah’ın ordusudur. Türk’ün anlamı ise olgunlaşma çağı olarak açıklanmaktadır. Kaşgarlı Mahmut'un kitabında bahsettiği gibi Rum ülkesinden Japonya’ya kadar uzanan topraklarda yaşayan Peçenek, Kıpçak, Oğuz, Yemek, Başkurt, Basmıl, Yabagu, Tatar, Kırgız, Çigil, Tohsı, Yağma, Uğrak, Çaruk (Çarık), Çomul, Uygur gibi boyları kapsamaktadır. Asıl Türkler bunlardır. Kaşgarlı, eserinde Karahanlılar için 'Hakanlı Türkler', Karahanlı olmayanlar için 'öbür Türkler' veya 'Oğuz Türkmenleri' gibi ifadeler kullanmıştır ve buna göre, Karahanlı sülâlesinin de bir Türk boyu olduğu şüphesizdir. Kâşgarlı’ya göre, Türkler 20 boydan oluşur. Eserinin farklı yerlerinde bazı boyların Türk kavmi olduğunu özellikle vurgulamıştır. Divanü Lûgat-it Türk’e göre, Argu, Basmıl, Çigil, Çomul, Kay, Kırgız, Karluk, Kıpçak, Oğuz, Peçenek, Tatar, Tohsı, Uygur, Yabagu ve Yağma boyları Türklere mensup boylardır. Ayrıca Kâşgarlı, birçok boyun kullandığı dillerin arasındaki farklılıkları ortaya koymuşsa da, bu boyların kullandığı diller bütün Türk dilleri."
TARİHTE ÜÇ TÜRK KAVRAMI
Doç. Dr. Erkin Ekrem, "Gök Türkler, Türkler ve Ulus (nation) Türk" olarak nitelediği "Üç Türk Kavramı"nı şöyle anlattı:
"Gök Türkler bir boy olarak 10 urugdan (aşiret) oluşmaktadır, daha sonra 15 urug olarak bilinmektedir. 'A-shih-na, She-li T’u-li, Ch’uo (Çik), Nu-lai, Su-nung, A-shih-te, Chih-shih, Pa-yen A-shih-te, Ho-lu, Karluklar, Yü-she-shih, Tuo-ti Yi-shih, Pei-shih, Ssu-pi, Ch’i-lüeh. A-shih-na: Tengri’den Kut Almış Gök Türk Aile. Gök Türk kavminin esas boyu olan A-shih-na’ya Çin belgelerinde 'Sarı Baş (Gök) Türk' denmektedir. T’ang Sülâlesinin veziri Chang Chiu-ling’in, T’ang Sülâlesi İmparatoru Hsüen-tsung’un Gök Türklerin yıkılacağı tahminine karşı yazılan kutlama yazısında, kuzey bölgesi You-chou askerî valisi Chang Shou-kui’nin gönderdiği habere dayanarak, Gök Türkler hakkında bilgi verilmektedir: Gök Türklerden kaçan Kıtay bayanı Ch’ü-chiang’ın ifadesine göre, Türk bölgesinde 'Sarı Baş (Gök) Türkler' ile 'Mo-ch’uo Gök) Türkleri arasında mücadele yaşanıyordu."
TÜRKLERDE MİLLÎ KİMLİĞİN OLUŞUMU
Doç. Dr. Erkin Ekrem, Türklerde "millî kimliğin oluşumu" ile ilgili ünlü Rus tarihçi ve doğubilimci Vasillij Vladimiroviç Barthold'un bir tespitine yer verdi.
Ekrem, "Barthold, tarihteki Gök Türk kavminin ve kurmuş olduğu devlet adının 'nasıl olup da diğer kabileleri de kapsayacak bir isim-sıfata dönüştüğü ve ne şekilde bugün anladığımız manayı kazandığı da pek bilinmiyor.' diyerek, söz konusu Türk kavramının ilk defa VII.-VIII. yüzyıllarda Araplar tarafından, yani İslâm dünyasında kullanılmış olduğunu ileri sürmüştür. Barthold’a göre, İslâmiyet dairesi dışında Türk kelimesi o kadar yayılmamıştı.” diye konuştu.
"Halbuki II. Gök Türkler Dönemi'nde Türkler kimliği Oluşmuştu." diyen Ekrem, "Çin kaynaklarında Türkleri 'Gök Türklerin çeşitli boyları, çeşitli Gök Türk boyları veya Batı Gök Türklerin çeşitli boyları' olarak tanımlamaktadır." ifadesine yer verdi.
UYGURLARIN TÜRK KİMLİĞİ
Konuşmasında "Uygurların Türk kimliği" ile ilgili bilgi veren Ekrem, şunları söyledi:
"Müslüman olmayan Turfan Uygur hâkimiyetine (866-1209) ait X. yüzyıla tarihlenen bazı Uygurca Budist belgelerinde Türk kimliğinin benimsemiş olduğu gözlenmektedir.
X. yüzyıl öncesine ait Kumul nüshası Uygurca Maytri Simit adlı tiyatro eserinin birinci bölümünün onaltıncı varağının B 26-27 satırında da eserin Toharca’dan Türkçe’ye tercüme edildiği ibaresi geçmektedir. Hatta Sarı Uygurlarla ilgisi olan Kan-chou’daki Uygurlar da Uygurca’yı 'Türk dili' olarak kabul etmektedirler. Çince Hsüen-tsang Seyahatnamesi’nin V. bölümünde Himatala memleketi hakkında bilgi verilirken, bu memleketin örf-adetlerinin Gök Türklere benzediği yazılmaktadır. Turfan Uygurlar bazen Türkler için 'Türk Ulusu' kelimeyi kullanmaktadır. Turfan Uygur metinlerinde Talas ile Balasagun arasında yaşayan Argular da 'Türk Ulusu' olarak tanımlanmaktadır. Ancak Barthold Turfan metinlerinde geçen bu tür ibarelerin nadir bir istisna teşkil ettiğini ileri sürmüştür."
HUNLAR DÖNEMİNDE ULUS KAVRAMI
Doç. Dr. Erkin Ekrem, Hunlarla ilgili olarak "Çince Hsüen-tsang Seyahatnamesi’nin VI. bölümünde yer alan Hsiung-nu yani Hunlar, Singku Seli Tutun’un Uygurca çevrisinde 'Türk yocul bodun' (göçebe Türk halkı) şeklinde tercüme edilmiştir." bilgisine yer verdi.
T’ang Sülâlesine ait birçok belgede Gök Türklerin bazen Hunlar olarak adlandırıldığını hatırlatan Ekrem, tarihî anlatımlarına şöyle devam etti:
"Çin'de M.Ö. 757'de bir isyan çıkacak Uygurlar yardım edecek. Uygurlar kudretli bir devlet olunca yeni bir din ve yeni bir anlayış olması gerekiyormuş. 808-821 arasında Uygur hakanı olan biri adınıa dikilmiş olan bir yazıT var. Bu yazıt üç dilde yazılıyor. Yazıtta yer alan Türk ifadesi bir üst kimliği İfade ediyor. T’ang Sülâlesi döneminde Çinliler Gök Türklerin Hunlar’dan geldiği kanaatindedirler. Hunlar Döneminde Ulus Kavramı Vardı. Hun Hükümdar Mete (Bagatur) M.Ö. 176 yılında Han Sülâlesi Hükümdarı Wen-di’ye yazdığı bir mektupta, 'Tengri’nin lütfu ile 26 göçebe ve yerleşik ülkeleri hâkimiyet altına almıştı ve hepsi Hun oldu. Ok-yay çeken topluluklar bir aile oldu.' diyor. Yani kendisi Hun, fakat yönettiği toplulukları da Hun yaptığını söylüyor. M.ö. 176'da Türkler bu kavramı biliyordu. Hun yönetici ailedir, yönetici sınıftır, yönetilen birçok topluluğunu hepsini Hun yapmış. Osmanlı devletinde olduğu gibi. Herkes Osmanlı ama çeşitlikler var. H. W. Bailey, bazı araştırmalarında Doğu Türkistan’dan Çin’in Kan-su eyaletine kadar bölgelerde X. yüzyıla ait belgelerde ttrukä/ttrukä yani (Gök) Türk adının geçtiğini ve bunun özellikle Kan-su eyaletinde kurulan Kan-chou Uygur devletinde rol oynadığını belirtmektedir." dedi konferans sonu-cevapla sona erdi.
TÜRK OCAKLARI ANKARA ŞUBESİ İLE GAZİ ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜNÜN BİRLİKTE DÜZENLEDİĞİ ‘’ATATÜRK VE MİLLİ MÜCADELE’' KONULU PANEL
TÜRK OCAKLARI ANKARA ŞUBESİ CUMARTESİ KONFERANSLARINDA BU HAFTANIN KONUĞU DOÇ.DR. ERKİN EMET (HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ÖĞR.ÜYESİ)
Türk Ocakları Ankara Şubesinin 6 Mayıs 2017 Cumartesi Konferansının konuğu Türkçülük Turancılık davasının yaşayan efsanesi Fehiman TOKLUOĞLU ’’95 yaşındayım hâlâ Türkçüyüm ve Turancıyım diyerek başladığı konuşmasında anılarını anlattı.
TOKLUOĞLU ÖZETLE:
‘’Türkçülük Günü, 3 Mayıs 1944 tarihinin anıldığı gün. “Türkçülük ve Turancılık Davası”nın gerekçelerinden biri olarak gösterilen Hüseyin Nihal Atsız - Sabahattin Ali Davası, 7 Eylül 1944’te başladı ve haftada üç gün süren oturumlarla 65 oturum sürdü. Tarihe "Türkçülük ve Turancılık Davası" olarak geçen dava, 7 ay süren yargılama sonucunda 29 Mart 1945 tarihinde karara bağlandı. İstanbul 1 No’lu Sıkıyönetim mahkemesinde; "Hükûmete karşı gizli örgüt kurmak, düzen düşmanlığı yapmak, hükûmeti düşürmeye çalışmak ve Irkçılık, Turancılık yapmakla suçlanırlar.
"Sanıklar Suçsuzdur, Beraatlerine…” Mahkemenin gerekçeli kararında: “Bu nümayiş (3 Mayıs 1944 yürüyüşü-gösterisi) millî bir ideolojinin, millî olmayan bir ideolojiye karşı tepkisinden ibarettir.” denilmesi Türk Milliyetçilerinin yaralı yüreklerine biraz da olsa su serpti. Gerekçede yer alan ”Millî bir gaye için çalışan Zeki Velidi ve arkadaşlarının beraatına karar verilmiştir..” ibaresi Türkçülüğün ve Turancılığın bir mahkeme kararıyla millî bir dava olarak kabul edilip tescillemesi açısından son derece önemli. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve çevresindekiler bu mahkeme kararı ile büyük bir şoka uğrayarak kararı temyiz etti. Askerî Yargıtay temyiz başvurusunu inceledi ve mahkemenin verdiği beraat kararını onayladı.
TUTUKLU YARGILANIN 23 TÜRKÇÜ VE TURANCI SANIKLARI KİMLER?
Türk milliyetçilerinin zaferi ile sonuçlanan “Türkçülük-Turancılık Davası"nda Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı Tümgeneral Yusuf Ziya Yazgan, Yargıç Yarbay Cevdet Erkut, Üye Albay Galip Kaan’dı. Davada tutuklu olarak yargılanan sanıklar başta merhum Başbuğ Alpaslan Türkeş olmak üzere toplam 23 kişiydi:
"- İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Tarihi Profesörü Zeki Velidi Togan,
- Yedek Doktor Yüzbaşı ve Türk Yurdu Dergisi Sahibi Hasan Ferit Cansever,
- Özel Boğaziçi Lisesi Edebiyat Öğretmeni Hüseyin Nihal Atsız,
- Erdek’te Piyade Üsteğmeni Alparslan Türkeş,
- Balıkesir Lisesi Edebiyat Öğretmeni ve Nihal Atsız’ın öz kardeşi Nejdet Sançar,
- Samsun'da Doktor Üsteğmen Fethi Tevetoğlu,
- Devlet Konservatuvarı Müdürü Orhan Şaik Gökyay,
- İstanbul Hukuk Fakültesi doktora öğrencisi ve Gökbörü dergisi sahibi Reha Oğuz Türkkan,
- Gazi Terbiye Enstitüsü Tarih Öğretmeni Hüseyin Namık Orkun,
- Ankara Yargıç Adayı Sait Bilgiç,
- Yedek Asteğmen M. Zeki Özgür,
- İstanbul Belediyesi Müfettişi İsmet Tümtürk,
- İçişleri Bakanlığı Memuru Hikmet Tanyu,
- Muğla Defterdarlığı Tahsilat Şefi Hamza Sadi Özbek,
- Yüksek Mühendis Okulu 4. Sınıf Öğrencisi Muzaffer Eriş,
- Adana Yargıç Adayı Cebbar Şenel,
- Yedek Asteğmen Nurullah Barıman,
- Yüksek Mühendis Okulu 4. Sınıf Öğrencisi Cihat Savaşfer,
- Yedek Asteğmen Fazıl Hisarcıklı,
- Boğaziçi Lisesi Öğrencisi Yusuf Kadıgil,
- Yüksek Mühendis Okulu 4. Sınıf Öğrencisi Fehiman Altan Tokluoğlu,
- Gazi Terbiye Enstitüsü Öğrencisi Cemal Oğuz Öcal,
- Yargıtay Evrak Memuru Saim Bayrak."
TOKLUOĞLU: İSMET PAŞA 19 MAYIS NUTKUYLA YARGIYI YÖNLENDİRDİ
Tutuklanan Milliyetçi-Türkçü aydınlar, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün adına “TABUTLUK” denilen ünlü betondan ve tabuta benzeyen hücrelerinde savcının istediği şekilde ifade vermeleri için işkenceye tabi tutuldular. Tabutluğa konulanların üstünde yüz ve ikiyüz voltluk üçer adet lamba yanıyordu. Türkçülük ve Turancılık Davası'nın efsane isimlerinden olan ve bugün yaşayan tek sanığı Fehiman Tokluoğlu, o günleri Türk Ocağı Ankara Şubesi'nde anlattı. Tokluoğlu, güçlü hafızası, kibarlığı ve şıklığı ile dinleyenleri kendisine hayran bıraktı.
Bugün 95 yaşında olmasına rağmen hâlâ kendisini "Türkçü ve Turancı" olarak niteleyen Tokluoğlu, Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün daha hiçbir şey netleşmeden Hipodrom'daki 19 Mayıs törenlerinde yaptığı konuşma ile yargıyı etki altında bırakıp yönlendirdiğini belirtti.
Kayseri'nin Tavas ilçesinde 1922 yılında dünyaya gelen Tokluoğlu, İstanbul Teknik Üniversitesi'nin 4. sınıfında öğrenci iken Türkçülük ve Turancılık Davası'ndan dolayı tutuklandığını ifade etti.
Tokluoğlu, "Turancılık" denilince Türk Ocaklarının hatırlandığını kaydederek, o yılları şöyle anlattı:
"Üniversite yıllarıma denk geldiği için İkinci Dünya Savaşı Dönemini yaşadım. Sonunda savaşın kaderi değişti. Artık Stalin Rusya’sının savaşı kazanacağı belli oldu. Sene 1944. O zamanki Türkiye yönetiminde olan İsmet Paşa, kuzeyimizdeki bu komünist tehlikesini gördü. İsmet Paşa fazla tedbirli bir insandı. 'Buna karşı nasıl bir tedbir alabilirim?' düşüncesine kapıldı. 'Savaş sonunda barış masasına oturulduğu zaman Türkiye kaybeden tarafta olmasın, Stalin Rusya'sının husumetini ve düşmanlığını üstümüze çekmeyelim' diye. Rusya'nın eskiden beri yumuşak karnı ve hassas olduğu nokta, bugün Türk Cumhuriyetleri dediğimiz Orta Asya'daki Türk soydaşlarımızdı. Bunlara sahip çıkmak, Turancılık davası gütmek Rusya'nın hiç hoşlanmayacağı bir şeydi. Onun için tedbir olarak İsmet Paşa'nın bu konuda bir şeyler düşünmüş olabileceğini tahmin ediyorum. O zaman Nihal Atsız'ın Orkun dergisinde yayımlanan o iki mektubu bir fırsat ve bir vesile oldu."
MAHKEMEYE GİTMEK İÇİN BU MEKTUPLARI BİR VESİLE BİLDİLER
Fehiman Tokluoğlu, Hüseyin Nihal Atsız'ın Mart ve Nisan aylarında dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na hitaben Orkun dergisinde yayımlanan iki açık mektubunun bu davanın açılmasını sebep olduğunu belirtti. Tokluoğlu, bu süreci şöyle aktardı:
"Nihal Atsız'ın mektupları 'Başvekil Saraçoğlu Şükrü'ye açık mektup.' diye yayımlandı. Nihal Atsız soyadları öne alarak hitap eder ve yazardı. Saraçoğlu Meclis'te demişti ki 'Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve öyle kalacağız.' Atsız da dedi ki 'Sen böyle diyorsun ama bugün komünistler devlette himaye ve yardım görüp devlet kadrolarına sokuluyor. İşte bunlardan bir tanesi de Sebahattin Ali.' Nihal Atsız, o zamanki Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in de adını verdi. Mahkemeye gitmek için bunu bir vesile bildiler. Hatta Sebahattin Ali'ye 'Sen dava aç Ulus gazetesinin avukatı sana hukuki yardımda yapacak.' demişler. O davanın adı 'Nihal Atsız - Sebahattin Ali Davası' olarak kaldı. Dava 3 Mayıs'ta Ankara'da görülecek. Nihal Atsız Ankara'ya gelmiş. Orhan Şaik Gökyay o zaman konservatuar müdürü ve aynı zamanda Nihal Atsız'ın sınıf arkadaşı. O dönemde İsmet Paşa konser dinlemeye çok meraklı. Konservatuar Müdürü Gökyay, her hafta konser dinlemeye gelen İsmet Paşa'yı karşılayıp uğurluyor en yakınındakilerden biri olarak. Bu tür nümayişler yapılınca Orhan Şaik Gökyay için de 'Sende mi Brütüs?' gibi bir şey oldu. İsmet Paşa'nın en yakınında olup Nihal Atsız'la beraber olmak. Nihal Atsız'ın bir şey hazırladığı yok ama bizim 23 dava arkadaşlarından Sait Bilgiç ve Cebbar Şenel galiba Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencileriydi. Onlar 'Bir nümayiş düzenleyelim.' demişler. O zaman Ulus'taki Anafartalar Adliyesi'nin önünde 'Yaşasın Türk Adaleti, Yaşasın Türk Hâkimleri, Kahrolsun Komünistler' diye bağıracaklar. Bu kadar masum yani. Ama iş onların hesapladığı gibi çıkmıyor. Bu kalabalığa halk da katılıyor. Zaten İkinci Dünya Savaşı'nın sebep olduğu kıtlıklar, ekmek karneleri vs. gibi sıkıntılar da söz konusu. Bir kısmı davanın ne olduğunu da bilmeden katılıyor. Daha sonra Ulus'taki Meclis'e doğru yürüyüş olunca iş büyük bir nümayişe dönüşüyor. Bunu İsmet Paşa aleyhine bir nümayiş olarak gören polis de çok sıkı tedbirler alıyor."
ATSIZ'IN MEKTUPLARINDA ADI GEÇEN KİM VARSA TUTUKLADILAR
Bunun üzerine Atsız'ın tutuklanıp evinde arama yapıldığını kaydeden Tokluoğlu, şöyle devam etti:
"Orhan Şaik Gökyay ile Nihal Atsız'ın çok güzel mektuplaşmaları var. İkisi de edebiyat fakültesinden mezun oldukları için Türkçeleri çok nefis ve mektupları da ona göre. Birbirlerine selam yazmıyorlar da altına diyorlar ki 'Protokol caridir.' Yani 'bu tarafta onlara selamları var, o taraftan da bunlara selam edilir' gibi. İsmet Paşa bunu 19 Mayıs nutkunda 'Bunların gizli cemiyetleri ve aralarında protokollerin olduğu anlaşılmıştır.' diye anlattı. Bunun üzerine o mektuplarda ve belgelerde adı geçen kim varsa tutukladılar. 3 Mayıs tutuklamaları böyle başladı."
Fehiman Tokluoğlu, kendisinin bu olayın neresinde olduğunu ise şöyle anlattı:
"Ben o zaman İstanbul Teknik Üniversite'nin 4. sınıfındayım. Okulda da iki arkadaş var birisi Cihat Savaşfer. Reha Oğuz Türkkan'ın Ankara Gazi Lisesi'nden sınıf arkadaşı. Diğeri ise Muzaffer Eriş. Cihat, bu arkadaşını Reha Oğuz Türkkan'la tanıştırmış. Ben o zaman daha Kayseri'de lisede iken Ergenekon ve Bozkurt gibi dergileri okuyor yakından takip ediyordum. İstanbul'a giderken Ankara'da bir hemşerimin yazıhanesinde Reha Oğuz Türkkan'la tanıştım. Sonra İstanbul'a gidince Reha Oğuz Türkkan'ın yeni bir kitabı çıkmıştı. 'Türkçülüğe Giriş' diye. O zaman 1 liraya satılıyordu. Bizim de 5 lira harçlığımız var ve ben 1 lirasına kıyıp o kitabı istedim. Bir gün baktım ki Cihat, kitabı eline almış sınıfta beni arıyor. Cihat benden bir sınıf önceydi. Kitabı bana verdi ve böylece tanışmış olduk. Yaz tatilinde Bozkurt dergisinin bürosuna gidip geliyordum. Nihal Atsız'ı orada tanıdım. Atsız'la çok yakın ilişkim yoktu. Hem Atsız hem de Türkkan'ın yazılarını büyük bir hayranlıkla okurduk. Dördüncü sınıfa geldiğimizde yine bu dergilerle uğraşıyoruz ama elebaşı sayılan Oğuz Türkkan'ları filan tutuklamışlar. Daha bizim okulda Cihat ve Muzaffer'e sıra gelmemişti. Bir hafta on gün sonra gelip onları da aldılar. Çünkü belgelerde onların da isimleri geçiyordu. O arada ben kendi kendime 'Biz bu işten sıyırdık galiba.' dedim. Ama Haziran oldu ve biz sınavlara girdik. 25 Haziran'da sınavlar bitti 26 Haziran'da da beni alıp götürdüler."
ŞİMDİ LİTERATÜRE "TABUTLUK" DENİLEN HÜCRELERDE YATTIK
Fehiman Tokluoğlu, tutukluluk günlerini anlatırken, şimdi literatürde "tabutluk" denilen hücrelerde yattığını söyledi. Tabutluğu tarif ederken, "Plajlardaki soyunma kabinlerinin biraz daha büyüğü. İnsan bağdaş kurup oturabilir ama uzanamaz. Tepesinde yüz veya ikiyüz mumluk ampul, yanlarda da iki tane kanca. Yaramazlık yaparsan kollarından bu kancaları bağlarlar." diye konuşan Tokluoğlu, şunları ifade etti:
"Duruşma safhalarına böyle başladık. Ama davanın başlamasında İsmet Paşa bu işi biraz fazla sıkı tuttu ve abarttı. Çünkü Rus tehlikesi, komünizm, Stalin'in başında olduğu Sovyetler Birliği büyük bir tehlikeydi. İkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye savaşa girmedi. Savaşa girmediğimiz için Almanlarla ilişkilerimizi bir yandan sürdürüyorduk. Almanlara krom sattık. İngilizler bunu biliyordu. Churchill, bir defa İsmet Paşa ile görüşmek için Adana'ya geldi. İsmet Paşa'yı kendi saflarında İkinci Dünya Savaşı'na sokmak için. Bir defa da İsmet Paşa'yı Kahire'ye çağırdılar. Roosevelt, Churchill ve Stalin orada da İsmet Paşa'yı ikna edemediler. İsmet Paşa, ikinci Dünya Savaşı'na girmemek için her şeyi yaptı. Churchill, bir anısında diyor ki 'Siyasi hayatımda iki büyük yenilgiye uğradım. İkisine de Türkler sebep oldu. Biri Çanakkale öteki de Türkleri İkinci Dünya Savaşı'na sokamamam.' Churchill. Türk dostu bir insan değildir. Onun için de İsmet Paşa bu işi sıkı tuttu. İsmet Paşa'nın buradaki hatası Cumhurbaşkanı olarak olay tam aydınlanmadan 19 Mayıs törenlerini vesile edip Ankara'da stadyumda yaptığı nutukta yargıyı yönlendirmesi oldu. Yani daha yargı safhası bitmeden 'Irkçılık ve Turancılık'la suçlandılar."
İÇERİ ALINMAMIZIN SEBEBİ STALİN'İN SOVYET RUSYASI OLDU
Tokluoğlu, tutuklanma sebeplerini anlatırken şunları söyledi:
"Biz içeride iken Reha Oğuz Türkkan'ların aile dostları Moskova Radyosu'nun Türkçe yayınını dinlemişler. O yayında diyor ki 'İsmet Paşa üç-beş profesör ve öğrenciyi içeri tıkmakla bizi kandıracağını mı sanıyor, esas Turancılar dışarıda duruyor. Stalingrad düştüğü gün Zeybek oynayacağını söyleyen Şükrü Saraçoğlu'nu içeri tıksın.' Saraçoğlu'nun bu sözleri doğruydu. Çünkü Saraçoğlu milliyetçi bir insandı. Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı yaptı. Anadolu Kulüp'te bir gün bunu söylemiş Rus Alman savaşının o en hararetli günlerinde. 'Stalingrad düştüğü gün zeybek oynayacağım.' demiş. Tabii Ruslar bunu haber alıyor. - Bizim içeri alınmamızın sebebi Stalin'in Sovyet Rusya’sı oldu. Yani komünizm korkusu ve tehlikesi oldu. Sonunda ne oldu? Mayıs'ta tutuklamalar yapıldı. Tahkikat bütün yaz sürdü. Eylül'de duruşmalar başladı. Eylül'de başlayan duruşmalar 7 ay sonra Mart 1945'te bitti. Duruşmaların tam tarafsız yürüdüğü söylenemez. Ne de olsa adı üstünde sıkıyönetim mahkemesi. Mart başında bizim savunmalar bitti. Karar vermek için 20 gün ara verdiler.
O zaman Tophane'deki askeri cezaevindeyiz. Gazete okumak serbest. Karar verilmeye 10-15 gün kala. Tüm gazetelerde sürmanşet 'Ruslar Kars ve Ardahan'ı istedi. ayrıca bir de Boğazlar'da üs istedi.' Bomba gibi düştü bu haberler gündeme. o zaman da bu davanın önemi kalmadı. Dava komünizm tehlikesinden dolayı başlamıştı. Demek ki bizim tutumumuz Rusları tatmin etmedi. İkinci Dünya Savaşı da sona yaklaşıyor. Ruslar Boğazlarda ortak üs ile Kars ve Ardahan'ı istiyor. Derken dava sonucunun değişeceği anlaşıldı. Beraat kararları arka arkaya verilmeye başladı. Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan ve Zeki Velidi Togan'a da 8-10'ar yıl gibi ağır cezalar verdiler. Diğerlerine de bazı cezalar verildi.
BU DAVADAKİ TUTUMU İSMET PAŞA'NIN HATAHANAESİNE YAZILIR
Türkçülük ve Turancılık Davası anılınca bir "İsmet Paşa düşmanlığı"nın hep birinci plana çıktığına dikkat çeken Fehiman Tokluoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Ben hiçbir zaman partili olmadım. Ama siyasi liderler hataları ve sevapları ile değerlendirilir. Bence bu davadaki tutumu, İsmet Paşa'nın hatahanesine yazılır. Ama onun hizmetlerini alıp götürmez. Duruşma sırasında Nihal Atsız yaptıklarından değil yazdıklarından suçlanıyordu. Kimse onu 'hükûmeti devirmek' gibi bir şeyle suçlamadı. Yazdıkları ortada ve o da mert adam. 'Ben bu yazdıklarımı inkâr edemem.' diyerek kalktı alnını gere gere savunma yaptı. 'Evet ırkçıyım ve Turancıyım, bundan da iftihar ederim.' dedi. Reha Oğuz Türkkan en ağır şekilde suçlanıyordu. Çünkü onu bu idareyi beğenmediği ve yeteri kadar milliyetçi bulmadığı için rejimi değiştirmek, onun için de gizli bir cemiyet kurmakla suçlanıyordu. Sonunda Türkçülük ve Turancılık soruşturmasını yapanlar hakkında tekrar soruşturma açıldı. Dava Askerî Yargıtay'a gitti. Askerî Yargıtay, '1 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi tarafgir davranmıştır.' diyerek kararı bozdu. İçeride olan sanıkları da tahliye eden Yargıtay, mahkemeyi değiştirdi. Ondan sonraki dava 2 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görüldü. O zaman zaten olaylar da tavsamıştı. O mahkemede de hepsi beraat etti. Bence İsmet Paşa'nın yanılgısı 19 Mayıs nutkunda Turancılık davasının lüzumundan fazla şiddetle üstüne vardı. Ama sonunda ne oldu? Biz Stalin Rusya’sının yüzünden içeri atıldık ama yine Stalin Rusya’sının sayesinde de hapisten kurtulduk. Rusya, 'Boğazlar'dan üs, Kars ve Ardahan'ı istedi' diye bizim dava kendiliğinden fiyaskoyla sonuçlandı. Rusya'nın yüzünden kurtulduk. İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Türkiye'nin yalnızlığı İsmet Paşa'yı çok korkuttu. 'İkinci Dünya Savaşı'na girmedik ama acaba ne olacak? Barış masasını oturduğumuz zaman bizden hesap mı sorulacak?' düşüncesiyle hemen o tarafa yamandık."
ALPASLAN TÜRKEŞ CEZAEVİNDE HEP ASKERİ STRATEJİİ KİTAPLARI OKURDU
Fehiman Tokluoğlu, Merhum Alpaslan Türkeş'le ilgili olan birbirinden ilginç anılarını şöyle anlattı:
"Belki politikaya girmemekle hata ettim. Şu anda bir siyasi parti mensubu değilim. Hiçbir partiye körü körüne sadık olmadım. İsterdim ki gerçek Türk milliyetçileri bir siyasi partide birleşsin. Bunun başka yolu yoktur. Bizim zayıf tarafımız aramıza nifak sokulmasıdır. Açın Göktürk Anıtlarını okuyun. Neden şikâyet ediyor? Hep ayrılıklardan, hakanı dinlememekten, birbirine düşmekten. Atatürk'ün Gençliğe Hitabeti'nin bin sene önce yazılmış halidir neredeyse. Bilge Kağan'ın o taşa yazdırdığı ile Atatürk'ün yazdığı hemen hemen örtüşüyor. Askerlere pek işkence yapmadılar. Tabutluklara koymadılar. bizdeki işkence tabutluklardı. Türkeş hapishanede iken sakindi. İngilizce askerlikle ilgili strateji kitapları okurdu. 1966'da milletvekili seçimleri oldu. Türkeş'le bir gün yolda karşılaştık. Aldı beni partiye götürdü. Orada konuşurken 'Gel seni milletvekili adayı göstereyim.' dedi. Ama Erzurum'dan listenin sonuna koyunca kazanamadım. Daha sonra da zaten yurt dışına gitti. Mahkemede Türkeş'in durumu ağır değildi. 'Hükûmet devirmek, rejimi değiştirmek' gibi bir iddia ile adı geçmiyordu. Türkeş'in adı nerede geçiyordu? Türkeş'in Nihal Atsız'a yazdığı mektuplar var. Öğrenciliğinden beri Nihal Atsız'la mektuplaşıyor. O mektupta enteresan olanı şu: 'Senin dergilerini orduevine götürdüm ve senin mektupları orada yüksek sesle okudum. Dinleyenler hayran oldu. Hele bizim paşa, (Çok güzel eline sağlık ver şunu eve götüreyim sindire bindire bir daha okuyayım.) dedi. Türkeş'in bu satırları orduya siyaset sokmak oluyor. Başka suçu yoktur Türkeş'in. 'Bir asker olarak sen niçin Nihal Atsız'ın sokmak oluyor. Başka suçu yoktur Türkeş'in. 'Bir asker olarak sen niçin Nihal Atsız'ın mektubunu orduevine soktun' diye. Sonra Türkeş'e bir ceza verdiler mi bilmiyorum sanıyorum verilmedi."
Fehiman Tokluoğlu yaklaşık 3 saat süren konferansta daha sonra soru yağmuruna tutuldu. Soruları da cevapladıktan sonra Türk Ocağı Ankara Şubesi Başkanı Türkan Hacaloğlu, Tokluoğlu'na günün anısına plaket takdim etti. Hacaloğlu, "Türkçülük ve Turancılık Davası'nın yaşayan efsanesi Fehiman Tokluoğlu'na bize tarihimizi yeniden yaşattığı için çok teşekkür ediyoruz. Bugünün anısına Türk Ocağı Ankara Şubesi olarak size bunu takdim etmekten dolayı büyük bir şeref duyuyorum." dedi orduevine soktun' diye. Sonra Türkeş'e bir ceza verdiler mi bilmiyorum sanıyorum verilmedi.”
Fehiman Tokluoğlu yaklaşık 3 saat süren konferansta daha sonra soru yağmuruna tutuldu. Soruları da cevapladıktan sonra Türk Ocağı Ankara Şubesi Başkanı Türkan Hacaloğlu, Tokluoğlu'na günün anısına plaket takdim etti. Hacaloğlu, "Türkçülük ve Turancılık Davası'nın yaşayan efsanesi Fehiman Tokluoğlu'na bize tarihimizi yeniden yaşattığı için çok teşekkür ediyoruz. Bugünün anısına Türk Ocağı Ankara Şubesi olarak size bunu takdim etmekten dolayı büyük bir şeref duyuyorum." dedi. ediyoruz. Bugünün anısına Türk Ocağı Ankara Şubesi olarak size bunu takdim etmekten dolayı büyük bir şeref duyuyorum." dedi.
Tokluoğlu da, "Beni dinlemek zahmetine katlandığınız için teşekkür ederim. Bana verilen bu plaketi saklayacağım." diye konuştu. Konferansa katılanlar daha sonra Fehiman Tokluoğlu ile birlikte hatıra fotoğrafı çektirdi.
Tokluoğlu da, "Beni dinlemek zahmetine katlandığınız için teşekkür ederim. Bana verilen bu plaketi saklayacağım." diye konuştu. Konferansa katılanlar daha sonra Fehiman Tokluoğlu ile birlikte hatıra fotoğrafı çektirdi.
Türk Ocakları Ankara Şubesi Üyelerimizden Emekli Vali Sayın İsmet Metin, eşi Nursen Metin, kızı Senem Metin Adana’da korkunç bir katliama maruz kalarak hayatlarını kaybetmişlerdir. Merhum İsmet Metin, Nursen Metin ve Senem Metin’e Allah’dan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyoruz.
Türk Ocakları Ankara Şubesinde 6 Mayıs 2017 cumartesi saat 14:00'da 3 Mayıs Türkçülük Gününün önemini belirten konferansa davetlisiniz.
Türk'üm, doğruyum, çalışkanım;
İlkem: Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak;
Yurdumu, milletimi, özümden çok sevmektir.
Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir...
Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda;
Gösterdiğin hedefe;
Durmadan yürüyeceğime;
Ant içerim.
Varlığım; Türk varlığına, armağan olsun.
Ne Mutlu Türk'üm Diyene!